Ahmet ZORLU

UÇURUM..

Ahmet ZORLU

Konya Ovası’nda yaşayanlar ile Karadeniz’in sarp tepelerinde yaşayanları bir kıyaslayın..

Konya dediğin dümdüz bir ova..

Bisikletle bile dolaşsan yormaz o kadar.

Bir de Karadeniz’in sarp tepelerini düşünün.

Islıkla haberleşirler Karadeniz kırsalında.

Kendi geliştirdikleri ilkel teleferik sistemlerini kullanırlar, evlerinden çarşıya-pazara inmek için.

İşte, insan hayatı da böyledir.

Kimi toplumlar kimi ülkelerde, Konya’daki kadar rahattır,  kimi ülkelerde ise hayat, Karadeniz’in sarp dağlarındaki yaşam kadar zordur.

Acı olanı, enteresan olanı ise nedir biliyor musunuz?

Yaşadığı ülkeyi Konya Ovası gibi dümdüz ve bereketli topraklar haline getirmekte, Karadeniz’in sarp yamaçları haline getirmekte o ülkenin insanın elinde olmasına rağmen, bazıları zorluğu, ilkelliği, barbarlığı tercih eder.

Dünyada örnekleri çoktur.

Bazıları, Demokrasi denilen insana özgü yönetim anlayışını kendisine çok görür.

Mesela çıkar ve der ki;

“Sallandıracaksın kardeşim bir-ikisini. Bak o zaman bir daha oluyor mu?”

Ya da, hakkı olan ekmeğinin yöneteni tarafından tırtıklandığını göre göre hala “Bu millet seninle gurur duyuyor”un tantanasına boğar çevresini.

Kendi ezikliğinin ruhunda yarattığı fırtınaların heybetini görür, lideri, önderi  olarak benimsediği kişinin kükremesinde, efelenmesinde.

Her türlü ahlaki erozyonu dibine kadar yaşar, ama o erozyonu yaratan yönetim anlayışına toz kondurmaz.

Dalkavukluk iliklerine işlemiştir.

Yalakalanma başlıca hayat tarzıdır artık o tip insanın.

İşte bu yüzden, aynı topraklarda yaşamalarına rağmen aralarında dünyaya, toplumsal sorunlara bakış noktasında oluşur uçurumlar, dik yamaçlar.

Artık aşılması imkansız sarp tepeler vardır, insan topluluklarının arasında.

Birileri, bir şeyleri anlatmaya çalışır ama nafile.

Çünkü o dik yamaçların sakinleri kuş dilinden başka dile itibar etmez artık.

Kendilerine kurdukları vasat hayatı benimsemişlerdir bir kere.

Elleriyle yaptıkları eğreti teleferik bozması tekneyle yaptıkları seyahat esnasında kendilerini, uzay aracında marsa yolculuk yaparken hayal ederler.

Onların bu kabullenilmişliğini istismar eden şark kurnazı politikacıları bile vardır artık.

Onlara kendi üretimi olan hurafelerden bir dini anlayış belletir mesela.

Yoksunluklarını, yoksulluklarını da kader ambalajına sarıp günde 3 kez ilaç niyetine yutturur.

Sormak ve sorgulamanın insanı dinden çıkaracağını empoze eder mesela bu insancıklara.

Yapay kahramanlar icat eder ve bu zavallı kalabalıkların bu yapay kahramanlara biat etmelerini öğütler.

Bir yandan da, Cehalet Cenderesine alıp her gün biraz daha kapanın içine hapseder.

Böyle devam eder bu kısırdöngü.

Alışılmış çaresizliğin kapanındaki bu insan topluluklarının elinden alındığı için, sorgulama yetisi.

Çaresizce giderler, işaret edilen yere basarlar her seçimde ‘evet’ mührünü, kendilerine belletilen noktaya.

Ne zamana kadar mı?

Elindeki ekmeğin artık karnını doyurmayacak kadar küçüldüğünü görene kadar.

Tıpkı bu günlerde, Milletçe yaşadığımız noktaya gelene kadar yani.

Elimize tutuşturulan ekmek, katıksız da olsa düne kadar doyuyorduk biz.

Ama ekmek o kadar küçüldü ki, birden bire efsunlanmışlığımız yerini uyanışa bıraktı sanki.

Devletin Maliye Bakanı, “Kişi başına düşen Milli Gelirimiz 11 bin Dolar oldu” dedikten sonra, hep birlikte aramaya başladık, hissemize düşen paranın akıbetini sormaya, sorgulamaya.

Hele aynı adamın, “Evinize giren aylık gelir 3 kat arttı” palavrası ise bizde şok etkisi yarattı.

Hadi 11 bin dolarımız birilerince çalındı diyelim, ama evimize giren gelirin 3 kat arttığı ise külliyen yalan.

Şimdi sarp tepelerde oturan ve kuşdili ile haberleşenler, ovadan giden uyarı seslerine kulak kesildiler.

Ahlakı, kendilerine din diye yutturulan hurafeleri sorgular hale geldiler.

Artık hiçbir yalan bastıramıyor, karınlardan gelen gurultu seslerini.

Madem ovalardan yükselen sesler, dik yamaçlara ulaşıyor artık.

Ben de, güzel ükemdeki son durumu bir kez daha haykırayım;

Ahlak güçsüz, güç ise ahlaksız bir noktada.

Değiştirmek ise senin elinde.

Yazarın Diğer Yazıları