Ahmet ZORLU

KALDIK MI, BİZ BİZE..

Ahmet ZORLU

2011 Yılından bu yana Türkiye’den çok Suriye’yi, Mültecileri, Mülteciler için harcandığı iddia edilen 40 Milyar Doları, çatışmayı, Esed’i, ABD’yi, Rusya’yı konuştunuz..

Hesabın altını çizdiğimizde, ABD Suriye’nin en verimli petrol alanlarını elde etti.

Rusya, Suriye Yönetimini ele geçirdi, her dediğini yaptırıyor, yeni üsler inşa ediyor.

Biz ise bir Emevi Camii’ne gidip Cuma Namazı kılamadığımız gibi 4 milyon niteliksiz mülteci ile baş başa kaldık.

Şehitlerimizin evlerine düşen ateş ülkeyi kasıp kavurdu, kavuruyor.

Adı konulmamış bir savaşta tüm enerjimizi harcadık.

Israrla Esed Yönetimi ile bir araya gelmemek için meselenin etrafında dolanıp duruyor, Suriye Rejimine verdirdiğimiz ağır bilançoyla övünüyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanı, “Kırk milyar Doları bu işte harcayan Türkiye Evelallah bir kırk daha harcar.Bu milletin bereketli olan kesesi vardır” diyerek bizi gelecekte yaşayacağımız günlere hazırlıyor.

Şu andaki hesaplara göre Türkiye’de net 4 milyon Suriyeli var.

Demek ki, kişi başı 10 bin dolar harcamışız.

Bir 10 bin dolar harcayacağımız beyan etti reis.

40 Milyar dolar yuvarlak hesap 240 milyar lira eder.

Bunu da böl kişi başı Türk Milletine.  2 bin 900 lira düşer.

Bir 240 milyar daha harcadığımızda 480 milyar dolar demektir.

Peki, Sayın Erdoğan’ın deyimi ile ‘Bu Milletin Kesesi’ böyle bir harcama yapabilecek güçte mi?

Valla reis ben söyleyeyim, ‘Bu milletin kesesi’ bu yükü bir daha kaldıramaz.

Gelelim Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Idlip’te toplanan ve Türk Askeri’nin üniformasını giydirip maaş verdiğimiz, size göre ‘Suriye Milli Ordusu’ bize göre ‘Devşirme paralı askerlere..’

Bunlar için ne kadar harcama yapıldığını bilmiyorum ama kamunun imkanlarının bu bölgeye seferber edildiğini çok iyi biliyorum.

Yani Türk Ekonomisi bu saatten sonra Suriye için daha fazla bir yükün altından kalkamaz.

Daha depoya koyduğumuz, S400’ler için ödenen yeşil dolarları ve almak için kapıları aşındırdığımız Patriot Savunma Sistemlerini konuşmuyorum bile.

Gelelim düne kadar Ensar dediğiniz, Misafir dediğiniz, Din Kardeşi dediğiniz niteliksiz insan topluluklarına.

Bunları da elin gavuruna mecbur ettiğinizin farkında mısınız?

‘Huzur İslamda’ diye yola çıkanların hiç birisi İran’ın, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın sınırlarını zorlayıp orada yaşamak istemiyor farkında mısınız?

Hepsinin gözü, Demokrasinin, insanca yaşamın merkezleri olarak kabul edilen, sizin battı dediğiniz Baltık Ülkeleri ve Avrupa’da.

Zira biliyorlar ki orada aş var, ekmek var, özgürlük var, demokrasi var.

Gelelim bundan sonra olacaklara.

Altına imza attığınız ek anlaşmanın bize yüklediği sorumluluk gereği, Suriye’den kademe kademe, adım adım sınırlarımıza kadar çekileceğiz.

Suriye’nin toprak bütünlüğü, son imzalanan anlaşmanın en önemli maddesidir bana göre.

Yani, “Yansın Suriye, yıkılsın Idlip” sloganınız havada kaldı.

Yani, buradan da bir zafer çıkmadı.

Yani, Suriye Meselesi’nden de çırak çıktık.

Yani, yine biz bize kaldık.

Olsun, ‘zararın neresinden dönersek kardır..’

Türkiye’yi yönetenler, vakit geçirmeden önlerine devasa Türkiye sorunlarının dosyalarını çekmeli ve bir yerden başlamalı artık onarmaya.

Her şeyden önce, ‘Yeni Türkiye’ kavramını bir yana bırakmalı ve Eski Türkiye’de yok edilen değerleri tamir etmeye başlamalıdır.

Bunlar nedir diyecek olursanız?

Birlik, beraberlik, kardeşlik ve huzur iklimini ülkenin her yanında hakim kılmak zorundayız.

Gelir adaletini yeniden inşa etmek durumundayız.

Üretimi her alanda ayağa kaldırmak durumundayız.

Çağdaş, bilimsel eğitimi, okullarımızda yeniden hayata geçirmek zorundayız.

Ülkenin kanını sömüren, kaynaklarını kendi çıkarları için pervasızca kullanan dinci yapılar ve dinci vakıfları denetlenebilir hale getirmek durumundayız.

Meşru Suriye Yönetimi ile, ya da Rusya ile yapılacak kapsamlı çalışmalarla Suriye Yönetiminin bir Genel Af çıkarmasını sağlamak ve ülkemize yerleşen dünün Ensar’ı, bu günün düzensiz göçmenlerini geldikleri yerlere güven içinde geri göndermek zorundayız.

‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ ilkesi yeniden iç ve dış politikamızın temelini oluşturmak zorundadır.

Yasamanın yürütmeyi, yargının yasamayı denetlediği Parlamenter Demokratik Sistemi daha güçlü bir şekilde inşa etmek zorundayız.

Ekonomiyi, Dış Politikayı, ahbap-çavuş ilişkileri noktasından çıkarıp bu iki alanı işin ehli uzmanlara devretmek zorundayız.

Kamuda liyakati, istihdamda fırsat eşitliğini yeniden hayatın temel kuralı haline getirmek zorundayız.

Ve hepsinden önemlisi,  Ankara’dan başlatılacak ve ülkeye dalga dalga yayılacak israf karşıtı bir ekonomik yapılanmayı gerçekleştirmek, lüksten, görkemden, şaşaadan vazgeçmek zorundayız.

O nedenle, ‘kaldık mı biz bize’ gerçeğini görmek ve kabul etmek zorundayız..

Yazarın Diğer Yazıları