Ahmet ZORLU

GÖZALTI..

Ahmet ZORLU

FETÖ Terörünün yargıda  hakim olduğu günler.

Hiç tahmin edemediğiniz bir suçlama ile bir sabahın köründe eviniz basılır, daha polis evinize gelmeden TRT ve yandaş kanallarda ‘Filan gazeteciye, falan komutana operasyon’ haberi yayınlanırdı bile.

Hem de sadece operasyon haberi değil, sizin için uydurulan suçlamalarda sıralanırdı bir bir, bu sözde haber bültenlerinde.

Haberi dinleyen, haberi izleyen milyonların beyninde artık iflah olmaz bir suçluydunuz.

Hakkınızda bir iddianame hazırlanması için yıllarca bekletilirdiniz zindan köşelerinde.

Sonunda fiyasko bir iddialar silsilesi.

Ama sizin için hüküm çoktan verilmiştir.

Uydurulan bir yalancı şahitle hayatınız karartılmıştır artık.

O karanlık günlerde, demokrasi diyen, insan hakları diyen, özgür basın diyen, düşünce hürriyeti diyen onbinler geçmişti bu çarktan.

Bu gün baktığımızda, onların hayatlarını, geleceklerini karartan sözde hakim ve savcılar ya yurtdışında kaçak yaşıyor, ya da kendi kurdukları karanlık zindanlarda yaptıklarının hesabını veriyor.

Ama yargının sütü sulandırılmıştır bir kere.

Kim uğraşacak aylarca sürecek soruşturmalarla.

Fetöcü Yargının taktiğini izle. Ayarla iki sahtekar, saysınlar bir bir hedefteki adam hakkında yalanları.

Atın içeri, iddianameymiş, yargılamaymış aylar, belki de yıllarca kalır cezaevinde.

Gazeteci Barış Terkoğlu o dönemde, Fetöcü yargının çarkından geçmiş, 19 ay hürriyetinden mahrum kalmış bir isim.

Barış Pehlivan ile kaleme aldıkları ‘Metastaz’ isimli kitapta, Türkiye’yi Habis Bir Ur gibi saran tarikatlar gerçeğini bütün ayrıntıları ile gündeme getirdiler.

Fetö döneminde, sonraki günlerde yaşanan bir çok çelişkiyi onların yazılarından öğrendik.

Gazeteciliğin onurundan zerrece ödün vermeyen iki isim.

Dün sabah Barış Terkoğlu, Sayın Savcının talimatı ile gözaltına alınmış.

Evine gelen ekipler, gözaltı işleminin savcının talimatı ile yapıldığını söylemişler.

Oysa Sayın Savcı bir telefon açtırsa, ‘İfaden var gel’ diye.

Benim bildiğim, Sayın Terkoğlu koşa koşa gider, hakkındaki iddialarla ilgili ifadesini verirdi.

Sabahın kör karanlığında ev basmak, gözaltına almak demokrat olmayan ülkelere ve demokrasisi sakat ülkelere özgü uygulamalardır ve Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi ‘Her alanda demokrasiyi güçlendirdik’ ilkesi ile çelişmektedir.

Daha da acı olan nedir biliyor musunuz?

Türk basınında haksızlığa, hukuksuzluğa ‘Kafa tutan’ gazeteciler tek tek itibarsızlaştırıldı, kimi içeri tıkıldı, kimi işsiz bırakıldı ve tüm köşeler ‘Palto tutan’ Gazetecilere tahsis edildi.

O nedenle, Türk Yargısı’nın hırsızın, uğursuzun elindeki sopa olarak kullanılmasının önüne vakit geçirilmeden geçilmesi gerekiyor.

Şunun bilinmesi ve unutulmaması gerekiyor.

İdeal bir gazeteci iki vicdan barındırır beyninde.

Biri öz vicdanıdır. Diğeri toplumsal vicdandır.

Bu iki vicdanın birine ters bir uygulama ile karşılaştığında ise bunu kalemiyle, yorumuyla topluma aktarır.

Eğer bir ülkede, gazeteci kalemini kullanırken tereddüt ediyor, yazdığını siliyor veya konunun etrafında dönüp duruyorsa, biliniz ki o ülkede demokratik standartlar çok gerilerdedir.
Zira, Gazeteci yürekli ve aynı zamanda kararlı olmak zorundadır.
Hem de yazacak mecra kalmadıysa, boş bulduğu duvara görüşlerini yazacak kadar kararlı olmalıdır.
Zira toplum ona doğruları yazmak gibi önemli bir misyon yüklemiştir.
Yani kalemi onuru olmalıdır gazetecinin.
Gazeteci, bilginin güç olduğuna inanıp, yeni fikirleri her platformda savunacak kadar yürekli olmalıdır.
Gazeteci ihale takip etmemeli, komisyon almamalı, aracılık yapmaktan uzak durmalıdır.
Gazeteci için hukukun üstünlüğü ve düşünce özgürlüğü her şeyin başında gelir.
Ayırımcılığa, nefret söylemine ve toplumu kutuplaştıran girişimlere her platformda karşı çıkar, bedel ödemeyi bile göze alır bu değerler için.
Gazeteci aynı zamanda, kalemini toplumu aydınlatan bir meşale gibi kullanmak durumundadır.
Bu mesleki sorumluluğun gereği, hedefleştirilmeyi, hakareti, dayak yemeyi, hatta hapis yatmayı göze alacak kadar cesurdur gazeteci..
Gazetecinin en temel mücadele platformu, yandaşlarla, yalakalarla, yağdaşlarla, meslek etiğini hiçe sayanlarladır.
Gazeteci, Kalem satın almak isteyenlere kırtasiyeciyi adres gösteren ve kalemine her çıkar teklifi karşısında sahip çıkıp satmayan insandır..
Gazetecilerin hocası Cevat Fehmi Başkut yarım asır önce bu kutsal mesleği şu şekilde özetlemiştir;
“Gazeteci dediğimiz çileli mahluk, asırlardır, bilhassa ömrü boyunca Papalardan, Hükümdarlardan, Padişahlardan, Diktatörlerden çok çekti. Hükümdar yeri geldiğinde gazetesini kapattı ve onu idam ettirdi. İstipdat daima ağzını kapattı. Para cezası, hapis, sürgün, darağacı demokrasi dışı rejimlerde gazetecinin kaderi olarak görüldü. Ve gazeteci bütün bunlara rağmen yazmaya devam etti. Geldiğimiz bu gün de, gazetecinin çilesi hala dolmamıştır. Bütün bunlara rağmen gazeteci yaşadı, tutundu ve kendini okuttu. Çünkü halk öyle istiyordu..”
Korku iklimini iliklerimize kadar hissettiğimiz şu dönemde gazetecinin çilesi aynı tempoda sürüyor.
Savaşın, kargaşanın, sıkıntının, açlığın yanında yer almak yerine onların tanığı olabilmektir.

Hepsinden önemlisi de, boyun eğmemektir, sahtekara, yalancıya, yobaza.

Yaşadıklarım, yaşatılanlara rağmen, böyle bir mesleğin mensubu olmaktan gurur duyuyorum.

Ve bu mesleği yapmaktan gurur duyan kalemlerin yargı sopası ile hizaya getirilmesine çalışmanın beyhude bir çaba olduğunu bir kez daha haykırıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları