Ahmet ZORLU

ESKİDE ISRAR..

Ahmet ZORLU

Eğer bir alanda, geliştirici ve yenileyici çalışmalar yapılmıyor, Arge denilen kavram hiçe sayılıyorsa, önce tek düzelik, sonra gerileme ve yok oluş süreci başlar.
Bu kurumlar için de öyledir, ülkeler için de değişmez.
1960’ları, 70’leri, 80’leri incelediğimizde Kayseri’de muazzam bir sermaye yapısı ve köklü kurumların varlığını görürüz.
Kentteki tek düzelik ve tek karar mercii uygulamasının kurumları ileriye götürmeyeceğine kanaat getiren ve gelecekle ilgili iyi tahliller yapan bazı sermaye grupları, o yıllarda Kayseri’deki varlıklarını tasfiye etmiş, İstanbul’un yolunu tutmuştu.
Bu gün İstanbul’un önde gelen bir çok kurumunun temelinde Kayseri Sermayesi vardır.
Yenilenme ve değişim, çağı yakalama çabası siyaset kurumları için de gereçlidir.
CHP’de uzun yıllardır yaşanan tek düzelik, hizipçilik anlayışı Kemal Kılıçdaroğlu’nun gerçekleştirdiği Adalet yürüyüşü ile yerini, geleceğin tartışılmasına bıraktı. Genel Başkanlık ve Liderlik vasıfları tartışılan Kemal Kılıçdaroğlu, gelecekte genel başkanlık hesapları yapanlarında kendi yanında saf tutmalarını sağladı. Özellikle  son seçimlerde, kentlerin yönetimine aday belirlerken ardında bir başarı hikayesi olan, geleceğin Türkiye Politikası’nda söz sahibi olabilecek nitelikte insanları adaylaştırması da CHP’de Kılıçdaroğlu’nun liderliğini tartışanları azaltmış, neredeyse tüketmiştir.
Artık CHP’de bu yürüyüş ve mitingden ile yerel seçimler sonra genel başkanlık sorunu kalmadı, yani Kemal Kılıçdaroğlu liderliğini kendi partisinde olduğu gibi Türkiye’de kabul ettirmeyi başardı.

Değişim ve yenilenme dedik.
Eğer değişim ve yenilenmeyi ileriye doğru yaparsanız başarı kaçınılmazdır.
Ama geriye doğru bir değişim, geriye doğru bir yenilenme ise atalet getirir, gerileme getirir.
Bu çerçevede iktidar partisinde yaşanan manzaraya gözatmak istiyorum. 
Partiler ülkedeki sorunları çözmek için görüş birliği içinde olan insanların bir araya gelmesiyle oluşan organizasyonlardır.
İktidar partisinde de yola çıkışın amacı buydu.
Ülkeye hizmet etmek, sorunları çözmek için heyecan ve azim vardı. 

Hepsinden önemlisi AKP bir kadro hareketi olarak kuruldu.
İlk yıllarda bazı eksikliklere rağmen gayet iyi işler yapıldı. 
Ülkede birçok şey değişime uğradı. 
Yapılan iyi işler sayesinde hem yurt dışından hem de içeriden takdir de edildi AKP kadroları.
Ancak güçlendikçe bir sanıya kapıldılar ve “ Biz çok akıllıyız, en iyisi biziz, bu ülkeyi en çok biz seviyoruz bu nedenle kimsenin aklına ihtiyacımız yok.” duygusu oluştu.
Bu duygu sonucu kendilerinden başka kimsenin önerisine, eleştirisine kulak asmaz bir tutum içine girildi. 
Kendilerini sadece dışarıdan gelen önerilere kapatmakla kalmayıp Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç gibi ilk başlarda bu hareketin temelini oluşturan yol arkadaşları da safdışı edildi. 
Tek bir kişinin sözünün, fikrinin, yaklaşımının belirleyici olduğu ‘lider egemen’ bir yapıya dönüşüm,  ataleti, yerinde saymayı, hatta gerilemeyi de beraberinde getirdi. 
Eskiden her parti yöneticisinin ülke diye bir derdi varken, giderek tek bir kişinin iktidarını korumak, kollamak, sürdürmek tek amaç haline geldi.
Kendi içinde ortak akılla politika üretmesi gereken parti, tek bir liderin etrafından toplanan askerlerden oluşan bir birliğe dönüştü.
Askerin görüşü olmaz. Askerin fikri olmaz. Sorusu, eleştirisi, önerisi olmaz. Asker söyleneni yapar. Çünkü her şeye komuta merkezi karar verir.
Birer asker olarak görüldüğünüz için artık fikir beyan edemiyorsunuz, itiraz edemiyorsunuz. Bu da sizi büyük bir gönülsüzlüğe itiyor.
Demem o ki liderden başka hiç kimsenin sözünün, görüşünün, varlığının kıymeti olmayan bu tür yapılarda heyecan da kalmaz. 
Daha iyisini yapma azmi olmaz. 
Kişisel çıkar belirleyici tek faktör olur.
Kabul edin ki, genel başkan dışında AKP kadroları ‘Yeni Türkiye’nin eski bir unsurusu artık.
Ülke sorunlarına dair söyleyecek tek bir söz kalmadı belleğinizde.
Asıl vahim olan ise, Ak Parti’nin lideri gibi düşünmeyen, iktidar partisinden olmayanlara ‘terörist’, ‘vatan haini’ demekten başka somut bir karşı görüş de ortaya koyamıyor iktidar kadroları.
Herkesle kavga ederek, herkesi tehdit ederek, bütün dünyayla ağız dalaşına girerek bu topluma, bu ülkeye nasıl bir yaşam sağlayabilirsiniz? 
Mesele sadece yol ve köprü yapmak mı?
Kaldı ki onların bile nasıl yapıldığı ortada. 
Elinizde sermaye olarak yalnızca din kaldı.
Eğitim çöküyor. 
Ekonomi can çekişiyor. 
Huzuru mumla arıyoruz.
İç barış ağır yara almış. 
Dış politika bütünüyle iflas etmiş, aramızın iyi olduğu tek bir devlet kalmamış.
Son dönemde kalabalıklarla poz vermekten, “Biz çok kalabalığız”, “Biz çok büyüğüz”, “Biz çok güçlüyüz” demekten, devletin gücüne yaslanmaktan başka sermaye yok elde. 
Yarına dair söyleyecek sözü olmayanlar yok olmaya mahkumdur.
Bütün umudunu, iradesini tek bir kişiye teslim etmiş, tek amacı o kişiyi korumak olan bu tür yapılara parti de denmiyor artık.

Bu acıklı durum için ilk uyarı 31 Mart’ta büyük kentlerden geldi.

Şimdi tabanın sesine kulak vermek adına, Cumhurbaşkanlığı Yönetim kademesi ve Hükümette revizyon yapılacakmış.

Eğer yeni kabinede, Binali Yıldırım, Mehmet Özhaseki, Bekir Bozdağ gibi halkın gözünden düşmüş isimlere görev verilecekse, 31 Mart’ın mesajı anlaşılmamıştır demektir.
Ama gelen mesajı doğru yorumlayıp, başta bu ucube yönetim şeklinden dönmek ve harap olan Demokrasi çıtasını üst noktalara ulaştırmak gibi yeni söylemler ve yeni kadrolarla çıkarsanız halkın huzuruna.

Belki seçmen size sandıkta bir şans daha verir.

Aksi takdirde, yeni siyasi gelişmeler AKP için hiç de iyi gelişmeler olmayacak, 2023’ü iktidar olarak görme hedefi bile korkarım gerçekleşmeyecektir.
Geleceğe dair söylem ve uygulamalarınızla birlikte kadrolarınızı yeniden gözden geçirmezseniz, ben söyleyeyim, geleceğiniz ANAP gibi olacak. 

Yazarın Diğer Yazıları