Ahmet ZORLU

DEĞİŞEN YAŞAMLAR..

Ahmet ZORLU

Her nesil, bir önce gelen nesil ile dünyaya bakış noktasında çelişkiler yaşıyor.

Dede-Torunu, Baba- Oğulu anlamakta zorlanıyor.
Buna pratikte kuşak çatışması deniliyor.
Kağnıyı da, bilgisayar diskini de gören bu günün Kamil Kesimi, gençleri anlayamıyor.
Bilmiyor ki onlar kağnıyı artık lüks otellerin bahçelerinde süs olarak kullanıldı ise görmüşler.
Bırakın yamalı pantolon giymeyi, marka delisi bir gençlik var.
Moda diyerek gençliğin sakalı bir karış.
Mahallelerde, sokağın başında toplanıp yapılan sohbetlerin yerini, yabancı marka kahve pazarlayan cafeler aldı.
19.00 Ajansını dinlemek için ve yaşananlardan haberdar olabilmek için akşamın olmasını bekleyen bir nesilden, yaşananı anında hem de görüntülü olarak takip edebilen bir nesle geçiş yaptık.
PTT Kulubelerinde, yakın vilayetteki bir yakınızla konuşmak mucizeydi, kulube dönemi öncesi de kayıt yaptırır saatlerce telefonun bağlanmasını beklerdik.
Yani;
Biz çocukken yamalı pantolon giyerdik, yama üstüne yama yapılırdı, şimdilerde gençler pantolonları moda olsun diye yırtıyor.
Okula yaya giderdik dört beş kilometre, her gün sabah ve akşam ve yıllarca, yağmurda çamurda.
Bırakın yürünecek yolu, köprü yoktu dereden geçmeye, dereden karşıya uzatılmış bir ağacın üstünden geçerken, o çocuk yüreğimizin ne kadar korktuğunu tahmin edebilirsiniz.
Şimdi çocuklarımızı servis evden alıyor okula, okuldan alıyor eve getiriyor.
Sadece bu mu?
Okul dedim ya, nerde o eski okullar.
Şimdilerde okullar okul değil sanki Ak Saray, yok yok maşallah.
Ücretsiz kitabından tutun da, ücretsiz yemeğine, fotokopi makinasından tutun da bilgisayar sınıflarına, kütüphanesinden tutun da yemekhanesine. Çocuk oyun parkından güvenlik kamerasına, spor salonundan laboratuvarına kadar yok yok.

Ama eskiden,  Köy Enstitülerinden yazar çıkardı, ozan çıkardı, bilim adamı çıkardı, ressam çıkardı.

Şimdi ise okullarımız diplomalı cahil yetiştiriyor.
Değişim sadece buralarda değil, değişimin olmadığı alan yok gibi.
Örneğin evlerimiz;
Eskiden evlerimizde soba kuzine vardı, şimdilerde sobadan başka her şey var. Merkezi sistem kaloriferinden tutun da kat kaloriferine, doğalgazdan tutun da ufo türü ısıtıcılara, güneş enerjilerine kadar her şey.
Eskiden evleri yaparken duvarı örer, sıva yapar ve badana boya yapardık. Günümüzde artık bu dediklerim tarih oldu. İnce bir duvara benzer bir şey, üstüne dört kat alçı, sonra plastik, saten, su geçirmez, silinir boya. Evlerimizin duvarı sanki buzdolabının yüzeyi gibi.

Ama eskilerin huzuru, sıcaklığı, içindeki insanların doğallığı, saflığı kalmadı evlerimizde.
Sadece evlerin duvarıyla iş bitiyor mu?
Televizyonlar artık tek kanallı, tüplü, otuz yedi ekran değil. Şimdi binlerce kanallı, renkli, uzaktan kumandalı, lcd flat ekranlar hem de yüz yirmi ekran. İsteyene kablolu, isteyene dijital yayın. Televizyonlar sadece evimizde mi? Yolda, arabada, cep telefonunda, bilgisayarda, okulda, hastanede, postanede, pastanede her yerde.
Kilimlerimiz halıdan şagiye, divanlarımız kanepeden deri kaplamalı oturma guruplarına, merdivenlerimiz yürüyenden asansöre, mumlarımız, lüks lambalarımız ampullerden sensörlü armatürlere, arabalarımız klimalılardan dört çarpı dörtlere, yollarımız otobanlardan tüp geçitlere devredileli çok oldu.
Misafirliğe giderken artık telefonla haber veriliyor, randevu alınıyor, mübarek sanki iş görüşmesi.
Köylerimizde büyüğe küçüğe saygı vardı, şimdilerde ne adet, ne görgü, ne kural, atı alan Üsküdar'ı çoktaaan geçmiş.
Diyeceğim, her konuda bir değişim yaşamışız.
Ama ya hayat;
Eskisi kadar güzel mi dersiniz?
Eskiden bir kişinin hastalanması en önemli olaydı. Şimdi nüfusumuzun yarısı düzenli olarak tedavi görüyor.
Marketten alıp getirdiğimiz domatesin rengi dışında domatesliği kalmamış.
Eskiden büyümesi için en az 1 yıl beklediğimiz tavuğu 45 günde büyütüp kesip soframıza koyuyor, adına da tavuk diyorlar.
Sofrasına pekmez koyanlarla alay ediliyor. Onun yerine aromayla tatlandırılmış plastik bozması reçeller, glikozlandırılmış bal ile yapıyoruz kahvaltıları.
Çocuklarımız marka takılıyor.
Marka almaya gücü yetmeyenlere de teselli olarak çakma markalar üretiliyor.
Yemeklerimiz elektrikli ocaklarda, böreklerimiz mikrodalga fırınlarda yapılır hale gelmiş.
Kısacası kopmuşuz gerçek hayattan, organik etiketli, sentetik bir hayattır bizim yaşadığımız..

Yazarın Diğer Yazıları