Ahmet ZORLU

DAHA FAKİRİZ..

Ahmet ZORLU

Evet daha fakiriz, evet daha fakirsiniz..
24 Haziran seçim sonuçları akmaya başladığında, hepiniz ‘Koyduk mu’ diye höykürenlerin iyi bir dersi hak ettiklerini ve ekonominin kötü gidişatının bunlar için en iyi ders olacağını düşünmüştünüz.
Hatta bazılarınız içinizden, “İnşallah krizde aç kalan ilklerden olursun” diye beddua bile etmiştir.
Geçen yıl bu günlerde yaşanan doların önlenemez yükselişini, Koyduk mu’cular, hesaplayamamış hatta Bim’i, A101’i, Şok’u etkileyeceğini hiç tahmin etmemişlerdi..
Zira o marketleri, babalarının malı sanmışlardı.
Ama eldivenden,merdivene her şeyin birden bire fiyat katladığını görünce, ellerinde kalem-kağıt Bimer’e ve Cimer’e şikayet mektupları bile yağdırmışlardı.

Sonra da baktılar ki, zamların kaynağına zamları şikayet etmenin bir anlamı yoktu.
Ama onlar,  bu kurumların ekonominin gereğini yerine getirerek zam yaptıklarını görmek istemiyorlardı.
Onlar hala, Reisin masaya yumruğu vurması ile doların köşeye sineceğini, yapılan zamların geri alınacağını sanıyor ve umuyorlardı.
Bir çoğu, cebi birden bire boşalınca sersemledi.
Oysa iktidar eyledikleri ise, hala saraylarda havalı havalı tropikal meyve suları ile doping alıyordu.
Ama hala o kesim var ya o kesim, hayata dair bütün ezikliklerinin, öfkelerinin ve itilmişliklerinin ilacı olarak görüyorlardı yaşananları.
Aklı yerinde, eğitimi tam insanların sosyal medyada paylaştıklarını bile bir cümle ile eleştirebilmekten mutlu oluyorlardı.
Cümle demişken bilimsellik aramayın, her paylaşıma verdikleri cevap aynıydı, “Yahudi Piçi..”
Cehaletten ilk kez bu kadar müthiş haz alıyor, şiddetten besleniyor ve ilk kez adam yerine konulduklarını sanmaktan inanılmaz mutluydu o adamlar.
Hala bozuk ekonomi yüzünden işlerinden olduklarının bile farkında değillerdi.
Hala işlerinden edildiklerinde kendilerine 6 ay da olsa işsizlik maaşı verecek fondaki paraların bile kullanıldığından bihaber zavallılardı onlar.
Hala çok büyük bölümü, öfkenin ete, kemiğe bürünmüş hali gibi duruyorlardı.
Daha da komiği neydi biliyor musunuz?
Hala onlar “Reis masaya vuracak, her şey eskisi gibi olacak” gibi garip bir teselli ile avunuyor, avutuyorlardı kendilerini.
Hala koro halinde ‘Reisi Yedirmeyiz’ diye haykırıyorlardı.
Zira biliyorlardı ki, o yerinden kalkarsa, yerine kim gelirse gelsin ilk savaş açacağı konuların başında, yaşamaktan haz duydukları cehalet gelecekti.
Oysa, onlar hep birlikte güneşli günlerde Millet Bahçelerinde çimlerin üzerine uzanıp çay-kek keyfi yapacaklarını sanıyor, ya da umuyorlardı.

Ama Millet Bahçeleri yerine Tanzim Satış Kuyruklarında buluvermişlerdi kendilerini.

Topraklarına ne ekersen biten bir ülkede, domatesi, patatesi kiloyla, sayıyla almaya başladıklarında afallamışlardı birden bire.
Bunların,  senelerce içlerinde tuttukları kompleksleri birer, birer su yüzüne çıkıyordu.
Bu kompleks Atatürk nefretlerini de açıklıyordu.
Atatürk’e, ilke ve devrimlerine sadık olanların, Atatürk Devrimleri çizgisinde hayatına yön verenlerin hayatlarını hep onlardan iyi yaşadığını, her şeyi okuyup anladığını, cehalete mesafe koyduğunu düşündükleri ve geçmişte onların yanında ezildikleri için şimdi garip bir intikam hissi duyuyorlardı,  ama bir yerde de tıkanıp kalıyorlardı.
Kendilerine çakma destanlar, alternatif tarihler yaratmaya çalışsalar da, hayatın gerçek yüzü ile karşı karşıyaydılar artık, Reis onlara çay kaşığı ile verirken ceplerinde kalanları ise kepçeyle almaya başlamıştı.
Koskoca meydan muharebelerinin, bir ülkenin kurtuluş savaşının karşısına, Kut’ül Amare, 15 Temmuz gibi ne olduğu belli olmayan garabetleri, İzmir Marşı’nın yerine komik, komik türküleri, İstiklal Marşımızın bile ilahileştirilmiş halini, baştan aşağı asalet kokan fotoğrafların karşısına galoşlu ve görgüsüz duruşları koymaya çalışıyorlar, dağılmanın önüne bu şekilde geçeceklerini sanıyorlardı.

Sanat bilmiyorlardı, zaten yapamıyorlardı.
Doğa bilmiyorlardı, o yüzden nefret edip, betonla sevişiyorlardı.
Askerlik bilmiyorlardı, ama lafa gelince tankın önüne yatıp, realitede 21 günlük bedelliyi yapmamak için sağa sola yalvarıyorlardı.
Mizah bilmiyorlardı, çünkü mizah zeka gerektiriyordu..
Fakat en kötüsü;
Aşkı, sevgiyi, sevmeyi bilmiyorlardı.

Hiç sevilmemişler, hiç kimse sarılmamış, hiç kafalarını okşayan olmamıştı bu gürühun.
O yüzden bu kadar kötülerdi ve hala kötüler.
O yüzden minicik çocuklara halleniyorlar, o yüzden hayvanların bacaklarını kesiyorlar, o yüzden sağa sola ateş edip can alabiliyorlardı.
Artık saf kötülüğün vücut bulmuş haliydi onlar ve ne yazık ki geri dönüşü yoktu.
Zira, “neden açım?” diye sorgulayacak bir beyinden, ‘Neden tanzim satış kuyruğundayımı?’ sorgulama yeteneğinden yoksundular.

Onlar için;
Paramız değer kaybetse ‘Para baronları’,
Ette şarbon çıksa “et baronu”
İlaç bulamasa “sağlık kontu”
Çocuğu katledilse “terör odakları”
Tren kazasında ölse “ray arşidükleri”
Hep dış güçler, hep bir başkası, hep hayali düşmanlar.
Hayali oldukları için de, ilk hedefleri gene düşünen beyinler oluyordu.

Ama biliyor musunuz, artık ezikler de uyanmaya başladı.

Ama biliyor musunuz, onlar da açlığı, fakirliği, sefaleti iliklerine kadar hissediyorlar artık.

Artık, gak dediklerinde kömür, guk dediklerinde makarna yığılmıyor önlerine.

Eylül en çok onları vurdu bu kez.

Ondandır, “Ama’ demek, ‘Fakat’ demek zorunda kalmaları.

Ondandır, yıllarca omuzlarında taşıdıklarının paramparça oluşlarını büyük bir zevkle seyretmeye başlamaları.

Yakındır.

Bu kış onlar için çok soğuk, ama 18 yıldır sırtlarında taşıdıkları iktidar için çok sıcak geçecek gibi.

Yazarın Diğer Yazıları