TRAVMATİK TABLO..

TRAVMATİK TABLO..
TAKİP ET >> Google News ile Takip Et

Çocukluğum yemyeşil bir Anadolu Köyünde geçti diye başlıyor anı...
Yaz aylarında sulama suyu yetersiz kaldığından bahçelerin büyüklüğüne göre süre belirlenir ve sulama sırayla yapılırdı. 
O gün sulama sırası bizde idi. Sadece bir saatlik süre tayin edilmişti. Bu süreyi en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekiyordu.
Aksi halde bahçenin tamamını sulamak mümkün olamazdı.
Ara sıra bazı rutin aksaklıklar olurdu elbette. 
Ya kural tanımayan bir komşunun azizliğine uğranırdı ya da zaten daracık ark ile taşınan suyun önüne otlardan set oluşur ve su akış yönünü değiştirirdi.
Suyun azaldığını fark edince bahçe içinden hareketle diz boyu yükselen otların arasından kontrol ederek ark boyunca yürümeye başladım. Bir noktaya geldiğimde hemen önümden bir serçenin aniden kalktığını gördüm.
Duraksadım. 
Serçe biraz ileriden geri döndü ve çılgınca bir pikeyle, kanatları neredeyse yüzümü yalayarak geçti. 
Şaşırmıştım. 
Aynı şeyi yeniden yaptı. Fakat bu sefer kanatlarının kamçı etkisini yüzümde hissettim. Nihayetinde bir serçeydi fakat beni korkutmayı başarmıştı.
Hareketsiz öylece yaşadığım şeyin sebebini anlamaya çalışıyordum. 
Bazen yakınımızdaki bir ağacın dalına konuyor, birkaç saniyelik bekleyişten sonra yeniden saldırıya geçiyordu. 
Bu garip davranışının sebebini bir adım önümde bulunan yuvasını görünce anlayabildim. 
Yuvasını ezerek geçmeme ramak kalmıştı. 
İçinde yavruları vardı ve saldırma sebebi onları koruma içgüdüsüydü.
Bunu görünce serçeyi daha fazla tedirgin etmemeye gayret göstererek geri adımla oradan uzaklaştım.
Şaşkınlığım yerini gözlerimin dolmasına vesile olan duygu seline bırakmıştı. 
Diye de bitiyor.
Bunu neden anlattığıma gelince;
Caddede, sokakta yürürken yanlarından geçtiğiniz insanların yüz ifadelerine dikkat ettiniz mi hiç?
Yüzde kaçının yüzünde içten bir tebessüm ya da mutluluk ifadesi bulunmakta?
Bütün yüzlerde güvensizlik, endişe hatta korku hakim değil mi?
Kime bir dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Küçücük tartışmalar ölümle sonuçlanan kavgalara dönüşüveriyor.
İyi ama bu kadar somurtkan bir toplum muyduk?
Neler oldu bize?
Aslında ne olduğu çok açık…
Şahit olduklarımız, gelecek endişelerimizin yüzlere ve davranışlara yansımasıdır. 
Anadolu insanı vatan toprağını ana kucağı sıcaklığı ve kutsallığıyla benimser. Kurtuluş Savaşı da işte bu özdeşleştirmeden doğan ruh haliyle verilmiş bir mücadelenin sonucunda kazanılmıştır.
Büyük Ortadoğu Projesi ile vatan parçalanmanın eşiğine getirilmiştir. Bölünmenin eşiğinde çatırdayan devlet yapısının dramatik güdüsü yüzümüze yansıyor. 
12 Eylül 1980 Amerikancı askeri müdahale ile vatansever insanların üzerinden adeta tonlarca ağırlıkta silindir geçmiş gibidir. 
Muhafaza edilen akımlar ise PKK ve İrticai faaliyetler olmuştur. Yaşanan bunca melanetler aynı planın iki koldan uygulamaya konuluşudur.
Vatan millet söylemleri yerini ümmetçiliğe, tarikat gruplaşmalarına bırakmış! Bu da bir de iliklerimize kadar hissettiğimiz ekonomik sıkıntıları ekleyin.
İçine düştüğü durumu göstermeye çalıştığınız insanlardan alabildiğiniz tek tepki “Allah sonumuzu hayır etsin” oluyor. 
Öyle bir ümitsizlik hüküm sürmekte ki çıkmazdan kurtulabilmenin tek yolu olan gayret, yerini Allaha havaleye bırakmış.
Akılcılık inanç ile tezat gösterilmiş, dogmatik kurallar ulaşılması gereken kutsal hedefler haline getirilmiştir. 
İkiyüzlülük, yalan, iftira yarışı bir takım insanların gözlerini perdelemiş. Acı çeken insanları zevk alarak seyretmek sıradan hal olmuş. 
Örnek mi istiyorsunuz;
İnternette Türkan Saylan kimdir diye yazın ve karşınıza çıkan ikinci linki okuyun. İftiranın, çirkinliğin, edepsizliğin, bilgi kirliliğinin boyutlarını kendi gözlerinizle görün.
İnsanlar doğuştan eşittir lakin nitelik derecesi sonradan şekillenir. Yazık ki nitelik, kelime olarak bile bir takım insanlara itici gelmekte. 
Çünkü kendilerinde bulunmayan derin bir kavram.
Şimdilik travmaların üst üste biriktiği bir dönemden geçiyoruz.
Bu gidişin sonu nereye varırsa varsın, ortalık durulduğunda insanlığımızdan utanacak ve tarifi mümkün olmayan acılar yaşayacağız. 
“Bir musibetten bin nasihat doğar” derler ya.
Gün ola harman ola.
Bekleyip göreceğiz.