İşte Camikebir'in 850 yıllık kapısı... Peki şimdi nerede?

Kayseri merkezindeki en önemli ibadethanelerden birisi olan Camikebir hakkında bilinmeyenleri, 850 yıllık ahşap kapısını tarihçi Mustafa Cingil yazdı...

İşte Camikebir'in 850 yıllık kapısı... Peki şimdi nerede?
TAKİP ET >> Google News ile Takip Et

Kayserili tarihçi Mustafa Cingil, Sosyal medya platformu Facebook üzerinde Tarih Pazarı sayfasında Kayseri tarihi ile ilgili çarpıcı bilgiler paylaşmaya devam ediyor.

Cingil, “CAMİİ KEBİR’İN BİLİNMEYENLERİ (?)” başlığıyla kaleme aldığı son yazısında Camii Kebir hakkında önemli bilgiler paylaştı ve caminin 850 yıllık orjinal ahşap kapısının Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde sergilendiğini ifade etti.

Cingil, “Bu tarihi kapı biran önce Kayseri’ye getirilerek yeni Kayseri Müzesi’ne kaldırılıp Kayseri ve Kayserililer ile buluşmalıdır.” çağrısında bulundu.

İşte Cingil’in o yazısı:

“Kayseri’de Dânişmendliler döneminde,Pınarbaşı’da türbesi bulunan ve bir merkez ilçeye de ismini veren Emir Melik Gâzi’nin oğlu...

Melik Mehmed Gâzi tarafından 1135 yılında yaptırılmış  muhteşem  bir eserdir.

Camii Kebir yani Türkçe ismi ile Ulu Cami Anadolu’da Türkler tarafından yapılan ilk eserlerindendir.

Melik Mehmed Gâzi,

devletin başkentini hem Kayseri’ye taşımış ,hem de Kayseri’yi yeniden imâr ve ihyâ etmiştir.

Şehrin yollarını,sokaklarını yeniden düzenlemiş...

Selçuklular’daki şehir plancılığına uygun olarak bütün sokakların çıktığı bir çarşı ve bir de sultan camisi yaptırmıştır.

Bir sultan camisi olan Ulu Cami yani Camii Kebir bir külliye şeklinde yapılmış idi.

Ancak...

O günden bu güne cami birçok yapısını kaybettiği gibi birçok da yeni ya da yenilenmiş yapılara maruz kalmıştır.

                   MİNÂRE

Minâresi orjinal değildir !

Yani...

47 mt yüksekliği ile Anadolu’nun en yüksek minârelerinden biri olan Camii Kebir minâresi, orjinal ilk yapılarından olmayıp, sonradan ilave edilmiştir !

Camii Kebir, Melik Mehmed Gâzi’nin ölümünden (1142) yaklaşık 60 yıl sonra;1205 yılında yeğeni Yağıbasan Muzaffereddin Mahmud tarafından tamir edilmiştir...

Minâresi...

İşte bu tadilat döneminde klasik Türkistan mimarisine uygun olarak sonradan eklenmiştir.

Ancak...

Günümüze kadar gelen bu minârenin şerefiyesinden sonraki kısmı da bu minârenin orjinali değildir !

Yani...

1722 yılında Kayseri’deki büyük depremde minârenin üst bölümü tamamen yıkılmıştır.

1722 yılındaki bu depremin ardından, yıkılan kısım yeniden yapılırken o dönemin zor şartlarından dolayı orjinal taşları  bulunamamış, orjinal mimarisine hiç de uygun olmayacak bir şekilde ve oldukça da acemice yeniden ihyâ edilmeye çalışılmıştır.

                   MiHRAP

Günümüzdeki mevcut mermer mihrap da orjinal değildir !

Depremlerde yıpranan mihrap daha sonra tamamen yok edilmiş ve yine orjinal mimarisine hiç uygun olmayacak bir şekilde yeniden yapılmıştır.

Orjinal mihrabı...

Aynı dönemde yapılmış ve mihrabı günümüze kadar ulaşmış olan Gülük Camii mihrabı gibi; çini işlemeli ve 

çinili tabak uygulamalı idi.

                     KUBBE

Mihrap önü kubbesi orjinal olmasına rağmen bu mihrabın kuzeyindeki ikinci kubbe de sonradan yapılmıştır.

Bütün Selçuklu mimarilerinde 

iç avlu üzeri daima açıktır.

Tıpkı...

Hunat Camii’ne sonradan eklenen iç avlu kubbesi gibi Camii Kebir’in de açık iç avlu bölümü, sonradan ikinci bir kubbe ile kapatılmıştır.

                    KUYU

Camii Kebir’in bu ikinci kubbesi altında günümüzde de işlevini sürdüren küçük bir su kuyusu bulunmaktadır.

Bu kuyu büyük bir ihtimal ile caminin daha önce yıkılmış bir kilise üzerine yapıldığı fikrini doğurmaktadır.

O dönem kilise ve metruk kilise devşirme materyallerini cami yapımlarında kullanmak yaygın bir uygulamadır.

Kiliselerde özellikle de ortodoks Rum kiliselerinde, kutsal Ayazma suları gibi kutsal su kuyularının varlığı oldukça yaygındır.

Bu kuyulardan  bazan saldırılara karşı bir dehliz kapısı, bazan papaz evine gizli geçiş yolu, bazan da değerli eşyaları saklama yeri olarak yararlanırlardı..

Bu kuyular daima kilisenin doğu tarafında bulunurdu.

Cami Kebir’in içinde ve özellikle de batı bölümünde yoğun bir şekilde devşirme kilise sütunlarının kullanılmından hareketle...

Eski kilisenin...

Muhtemelen caminin batı bölümünün altına denk gelmiş olması...

Bu kuyunun da bu kilisenin doğusu yani şimdiki ikinci kubbe altına denk gelmiş olması da bu görüşü desteklemektedir.

                  KAPILAR

Camii Kebir’in kuzey giriş kapısı da orjinal değildir.

Günümüzdeki kod farkından da kolayca anlaşılacağı üzere kuzey girişi, 1205 yılında minârenin yapıldığı tadilat döneminde sonradan açılmıştır.

Cami Kebir’in yaklaşık 850 yıllık orjinal ve muhteşem ahşap kuzey kapısı ise, yerinden sökülmüş ve gününümüzde bu kapı kanatları Ankara Etnografya Müzesi’ndedir !!!

BU TARİHİ KAPI,

BİR AN ÖNCE KAYSERİ’YE  GETİRİLEREK...

YENİ “KAYSERİ MÜZESİ”NE KAZANDIRILIP...

KAYSERİ VE KEYSERİLİLER İLE BULUŞMALIDIR !!! 

                   MEDRESE

Camii Kebir 1135 yılında külliye şeklinde yapılmıştır.

Caminin mihrap önünde,

içinde Melik Mehmed Gâzi’nin türbesinin aslında bu yapının iç hücrelerinden biri olduğu,

bir medrese mevcud idi.

Bir çok yapısını kaybettiği gibi medrese de “çok yakın” bir tarihte yıkılarak yok edilmiştir !

Bu yapıdan geriye sadece Melik Mehmed Gâzi’nin oldukça sade türbesi kalmıştır.

Kayseri’nin gerçek maddi ve manevi mimarı olan Melik Mehmed Gâzi’nin bizlere emaneti olan bu şehre ve Camii Kebir’e daha fazla sahip çıkabilmek adına...

Kalın sağlıcakla.

....................................................

Mustafa Cingil

27/12/2020

Pazar

“TARİH PAZARI” sayfam;

https://www.facebook.com/tarihpazari

#tarihpazari

.....................................................

Kaynakça;

•ANADOLU TÜRK ANITLARI

  (Prof.Albert Gabriel)

   Hazırlayan; Faruk Yaman

•MİR’AT-I KAYSERİYYE

  (Ahmet Nazif)

  Hazırlayan;

  Prof.Dr.Mehmet Palamutoğlu

•KAYSERİ ANSİKLOPEDİSİ 

  CİLT 1 / 295-300

•KAYSERİ MERKEZDEKİ 

 TÜRK-İSLAM YAPILARINDA 

 KULLANILAN DEVŞİRME 

 MALZEMELER

 (Ayşegül Çoktaş)

•DÂNİŞMENDLİLER

  (Prof.Dr.Muharrem Kesik)

•SÜRYANİ PATRİK MİHAİL 

  VAKAİNÂMESİ 

•KAYSERİ TARİHİ 

  ARAŞTIRMALARI

  (Mehmet Çayırdağ)

•Şenalp Mustafa Arşivi