Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Besmele Tefsiri (Şerh-i Besmele)
Bu kitab, Hacı Bektaş-ı Veli 'nin Makâlât ı ile birlikte Besmele Tefsîridir.
Bu kitab, Hacı Bektaş-ı Veli ’nin Makâlât ı ile birlikte Besmele Tefsîridir.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlar) ve O’ndan yardım dileriz ki sayısız şükür ve hamd O pâdişâhlar pâdişâhına olsun. O’nu bilmekte akıllı-ların aklı ve hâkimlerin hikmeti şaşkındır. Fikir sâhiplerinin fikri O’nun yüceliğini anlamakta perişandır.
Dua, selam, övgü ve salavat kendisine kitap gönderilenlerin en büyüğü, peygamberlerin başı ve sözünde duranların efendisi Muhammedü’l Mustafâ’ya olsun ki (Allah’ın selâmı üzerine olsun), günahkârların şefaatçisidir. Sonra ben za’if bu kitabı yazdım. Ahiret ve din yolunu başarmaya yardım olması için gerekli gördüğümden şeriat hükümlerinin sırlarından bir parça açıkladım, anlattım.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla “Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” sözünün yorumunu Türkçe olarak açıkladım ki düşünenler çeşit çeşit faydalar bulup ben za’îfi hayırla ansınlar. Allah isterse olur.
Allahu Te’ala Miraç Gecesi Muhammed Mustafa’ya “Eğer her işte yardımımın seninle olmasını istiyorsan, keremimi, lütfumu ve ism-i azamımı bildiren adım her an dilinde olsun” diye hitap etti.
Resul, “ilâhi ism-i azâmın hangisidir? Lütfunu bildiren adın hangisidir? Hiçbir zaman onlardan ayrılmamam için onları bana bildir” dedi. Tanrı Ta’ala “Ey Muhammed, ism-i azamım Allah’tır. Keremimi bildiren adım Rahmân’dır. Lütfumu bildiren adım Rahîm’dir. Eğer her durumda “Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dersen ben keremim ve lütfum ile senin bekçin olurum” dedi.
Resul, “ilahî bu lütuf ve kerem yalnız bana mı? Yoksa asilere de bu sofradan nasip var mı?”dedi.
Tanrı Te’alâ “Ey cömert peygamber, ben senin ümmetini senden bin kat fazla severim. Çünkü, Lâilâhe illAllah Muhammedun Rasulullâh, derken önce benim adımı sonra senin adını söylerler. Her ibâdette önce farzı, sonra senin sünnetini yaparlar. Senin ümmetin benim kullarımdır. Sen onlara şefaat edersen ben lütufta bulunurum. Şimdi onlar benim kudretimin ve büyüklüğümün hakkı için Bismi’llâhi’rrahmâni’r-rahîm derlerse; ben her işlerinde onlara kendilerinden daha yakın olayım. Allah’lığımla onların dünyâda ayıplarını örteyim. Rahman’lığımla ahirette diğer insanlar arasında rezil etmeyeyim, Rahîm’liğimle işledikleri günahları, sevaplarla (iyilik lere) değiştireyim”, dedi. Nitekim Tanrı Te’alâ, Kelâm-i Mecîd içinde “Allah onların kötülüklerini, iyiliklere çevirir.”1 buyurur.
Latife
Tanrı Te’alâ “Ey Müminler, kâfirler taptıklarına el-Lât derler. Bunaldıkları zaman el-Lât diye seslenirler. Ama fayda bulamazlar. Senin taptığın Allah’tır. Sen de bunaldığın zaman Allah diye seslenir ve fayda bulamazsan, Allah diyen ile el-Lât diyen arasında ne fark olur. Kâfirler, el-Lât der, sen Allah de. Allah dediğin zaman ben lebbeyk diyeyim. Dünyada ve ahirette ne ihtiyacın varsa vereyim (kabul edeyim). Kâfirler mahrum olsun, sen isteğine ulaş”, der.
Sonra Tanrı Te’âlâ “Ey Muhammed benim ism-i azamım Allah’tır. Allah’tan başka ne kadar adım varsa hepsi sıfattır. Nitekim Mü’minler içinde Hâlik denilince yaratıcılığım bilinir. Rahîm denilince Mü’minler hakkındaki şefkatimin çokluğu bilinir. Allah deyince Tanrılığım bilinir. Rahman desinler ümmetini cehennemden kurtarayım. Rahîm desinler cenneti onlara makam olarak vereyim. Allah desinler perdeyi kaldırayım, onlara yüzümü göstereyim”, der. Sonra ey korkanlar, Rahmân deyin korktuğunuzdan emin kılayım. Ey umucular (ümit edenler), Rahîm deyin umduğunuza erdireyim. Ey âşıklar, Allah deyin araya kimse girmeden sevenler sevdiklerine kavuşsun. Sonra ey sabıklar, Allah deyin. Ey gayesi olanlar Rahman deyin. Ey zalimler Rahîm deyin. Sabık , Muhammed ümmetinden bazı kullardır ki, ne dünyaya baktılar, ne cennete itibar ettiler, ne de büyük ve kıymetli işler için bir şeye baktılar. İbadetten maksatları yalnızca Hak buyruğunu yerine getirmekti.
Bütün bunlar Allah adının heybetini tahmin ettirir ki, Allah mutlak zenginlik sahibi bir padişahtır. Allah’ı zikr edenlerin zikirleri, ibadet ve itaat edenlerin ibadetleri, O’nun gücü karşısında hiç bir şeydir. Bu duruma geldiklerinde tevâzu makamına dönerler ve hakikati bilip bu makamdan görüşler beyan edecek hâle gelirler (fenadan bekaya geçerler). O Resuller serveri bu makam için “ Ey Allah’ım biz sana layık olduğun şekilde ibadet edemedik. Asıl bilinmek gerektiği şekliyle bilemedik. Seni tesbih ederiz”,2 der.
Bu sözün manası şudur
“Ey itaat edenlerin ibadetine ihtiyacı olmayan Tanrı, ey ibadet edenlerin ibadetine muhtaç olmaktan uzak Tanrı, bizim bildiklerimizin ya da kulluğumuzun senin katında ne kıymeti var.”
Eyüp peygamber (a.s.) sabır makamına çıktığında, sabredenlerin sabrının O’nun yüceliği karşısında hiç bir kıymeti olmadığını gördü ve şikâyet ateşini Sabır ormanına salıverdi. Sabır evini yıktı. Müflislik (Allah’ın kudreti yanında kendinin hiçbir gücünün olmadığını idrak) makamına geldi. “Başıma bu dert geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin” 3 diyerek müflisliğini kabul etti. Artık sabıklar, Allah adını zikr ederek kendilerine hiçbir şey olmayacağını zannederlerdi. Bu da onların kibrini arttırırdı. Oysa bu makam, mukarreblerin temizlediği, yok ettiği bir makamdır. Tevazuluk makamı eminlik ve rahatlık makamıdır. Allah kavuşturur.
Muktesit, Muhammed ümmetinden bir kavimdir ki bunlar ömürlerini zarif olmayan ve yanlış olan işlerde geçirdiler. Gözlerinin nuru kalmadığı, kara sakallarının ağardığı vakit Hak dergâhına geldiler. (O vakit) melek er “Ey utanmazlar, yaratılmışlar içinde değeriniz kalmadığı vakit Hak dergâhına geldiniz”, derler.
Tanrı Te’alâ; “Ey meleklerim siz benim Rahman adımı duymadınız mı ki kullarıma böyle dersiniz”, der.
Tanrı Te’alâ; (sonra kullarına) “Ey kullarım, (taptığınız) mahluk sizi kovdu ise ben davet ederim. Bunlar artırdıysa ben kabul ederim. Bunlar sizden yüz döndürdüyse ben size rahmet ederim. Madem ölmeden önce geldiniz, hoş geldiniz”, der.
Hikâye
Harun er-Reşid zamanında bir bedevî Arap vardı. Hiç hıyar yetiştiğini görmemişti. Bir yerde birkaç tane hıyar tohumu buldu, onu bir yere dikti. Kuyu suyu ile suladı. Birkaç acı hıyar oldu.
Akıllıları topladı (onlara) danıştı. Onlar “Bu görülmedik bir yemiştir. Bunu halifeye götür. Bunun değerini ancak o verir” dediler.
Zavallı Arap, bir zaman sonra hıyarı Halifeye getirdi. Kapıdaki zinciri çaldı. (Hizmetliler) Arap’ı halifeye getirdiler.
(Arap) Halifenin yüzünü görünce o buruşmuş acı hıyarları Halifenin dizine koydu. Halife hıyarlara baktı. Sonra heybetle (öfkeyle) hizmetlilerine baktı. Onun bu bakışıyla hepsi sessizce yerlerinde durdular. Halife Arap’a “Bize ne kadar garip (bilinmedik) yemiş getirdin. Bunun şükranesini bir defada sana veremeyiz. Birkaç kez gel ve değerini al.” dedi. Dört acı hıyar için yüz bin akçe verdi. Arap gitti.
Halife vezirlerine “Benim işime hayret ettiniz, değil mi?”dedi.
Onlar “Evet hayret ettik.”dediler.
Halife “O miskin Arap’ın hayatı kırda geçmiş, hiç hıyar görmemiş. Hıyarı görünce bizim de kendisi gibi, hıyarı görmediğimizi sandı. O kıymetli nesneyi bize layık gördü”, dedi. “Size heybetle bakmamın sebebi onu utandırmamanız içindi. Biz kendi bilgilerimizi bıraktık, onun bilgisiyle bir olduk, İnşallah herkesin iyiliklerinin yazıldığı defterden biz de mahrum olmayız. Emsalsiz Padişah olan Hz. Rahman ile asinin hikâyesi, o Arap’ın hikâyesine benzer.
(Onlar da) ömürlerini her nerde geçirdilerse geçirdiler. Sonunda bir “tövbe ” hıyarının tohumu onların eline geçti. Onu pişmanlık yerine ektiler. Göz yaşıyla suladılar. Utanmadan o işe yaramaz tövbelerini iyi bir meta sanıp O emsalsiz Tanrı’ya getirdiler.
Tanrı Te’alâ Meleklerine; “Bu masum tespih tehlil bahçelerinin bizim ızz u ceberûtumuz (gücümüz, kudretliliğimiz ve büyüklüğümüz) katında kıymeti yok. Asi (insanların) bunca hırs arasından çıkan acı hıyarının ne kıymeti vardır. Sakın onları utandırıp, ibadetlerinin kıymetsizliğini bildirmeyesiniz. Çünkü benim adım Rahmân’dır. O miskin asi onu bizim şahsımıza layık sanıp getirdi. Biz kendi bildiğimizi bırakıp onun dileğiyle bir olalım. Rahmanlığımızla o rahmetsizi (asiyi) rahmet kadehiyle öyle kandıralım ki bütün âlem bizim Rahmân Tanrılığımızı bilsin”, dedi.
Zâlim, Muhammed ümmetinden bir kavimdir ki, bütün ömürlerini boş yere geçirdiler; ölüm vakti geldiğinde elleri boş Tanrı’nın huzuruna vardılar.
Tanrı Te’âlâ: “Ey küstahlar, nenize güvenip bu kadar küstahlık ettiniz?”, dedi.
Onlar; “Ey ilahımız ve efendimiz, Kitabımızın unvanı bizi aldattı. Bize verdiğin (gönderdiğin) kitabında ilk önce rahmetinin çokluğunu bildirdin. Biz de o kerem ve o rahmete aldandık. Bu küstahlıkları yaptık”, dediler.
Tanrı Te’âlâ; “Herkese bir sebep ile rahmet ederim, sana sebepsiz rahmet edeyim ki Rahîmliğim bilinsin”, dedi.
Hikâye
Sultan Mahmud bir gün bahçesinde oturmuş, hizmetlilerine cömert bir şekilde altın ve inci dağıtıyordu.
Yoldan geçen bir uğru (hırsız), bahçe kapısının aralığından içeri baktı, sultanın açık gönlünü, cömertliğini gördü. Gönlünden şöyle geçti. Eğer ben böyle cömert bir padişahın malını çalarsam, o da duyarsa görünen o ki hiçbir şey demez.
Bir gün fırsat buldu. Sultanın atının boynundan otuz bin kızıllık (otuz bin altın değerindeki) gerdanlığını çaldı. Sultan çok kızdı, bağırdı. Cellatlara buyurdu.
Kolcular tuttular, yollar saf saf bağlandı. Uğruyu hemen tanıyıp yakaladılar, bağladılar, sürükleyerek sultanın huzuruna getirdiler. Çaresiz uğru, padişahın hışım ve siyasetini görünce ağladı. Ağlayınca, Sultan “Sorun o kötü talihli adama niçin ağlıyor?”dedi.
Sordular. Uğru; “Filan gün bahçe kapısından baktım, sultanın güleç yüzünü ve keremini gördüm ve onun bu hâline aldandım. Eğer sultanın bu kadar hiddetli olduğunu bilseydim, o gerdanlığın yakınından bile geçmezdim”, dedi.
Sultan emretti. O uğrunun elini çözdüler. Hamama götürdüler. Sultanın elbiselerinden bir bohça getirdiler. Bu uğruya giydirdiler. Sultan o tazısını (atını) gerdanlığıyla ona bağışladı ve “onu, şehirde gezdirin ve bağırın ki bu kişi sultanın keremine inanıp küstahlık etmiştir”, diye buyurdu.
O padişahlar padişahı, kitabının başında asileri düşündü. Bir köye birkaç rekat namazından dolayı rahmet eder. Bir köyün bir kez “ Lâilâhe illAllah ” dediği için seksen yıllık günahını bağışlar. Onları utandırmaz. Bir köye, dört yüz beğ tanrılık davası güttükten sonra (bile) (onlara) peygamber göndermiş ve “Benim düşmanıma kötü konuşmayın, yumuşak konuşun, o kulluğunu unutsa (bile) ben Tanrılığımı unutmam”, dedi.
“Biz sana yeterince terbiyesizlik yaptık. Biz senin nimetlerini yedik. Şimdi ise kocadık, ölüm zamanı geldi, dersen, bir kez kulunum demek senden, dörtyüz yıllık ömründe işlediğin günahları yüzüne vurmamak benden”, dedi. “Ben keremini gördükten sonra ne kadar edepsizlik yaptımsa, bu kerem yüzünden yaptım”, dedi.
Kıyamet günü olduğu zaman, Tanrı’nın tecelli eden kahrını gören çaresiz asiler, zebaniler başlarına üşüşüp Cehenneme sürüklenirken ağlayarak feryat ederler.
Tanrı Te’alâ; “Sorun bu asilere ki o edepsizlikleri nelerine güvenip yaptılar. Şimdi de feryat edip ağlıyorlar”, der. Asilere sorduklarında onlar; “Kitabının başında er-Rahmâni’r-Rahîm’i gördük, düşmanlar hakkındaki iyilik ve bağışı gördük. Eğer O’nun bu kadar öfkeli olduğunu ve bu kadar ağır bir cezaya uğrayacağımızı bilseydik, acaba kötülük eşiğini geçer miydik?” dediler.
Tanrı Te’alâ; “Ey azap melekleri kulumdan uzaklaşın. Ey rahmet melekleri kuluma yetmiş kat hülle giydirin. Arasat içinde gezdirin. Bu o kişidir ki benim rahmetime inanmış, Rahmânlığıma inanmış, küstahlık etmiştir.” der.
Ey dünyada Rahman ve ey ahirette (inananlar için) Rahim olan (Tanrı); yani ey dünyada Rahmân Tanrı, hem Mümin hem kâfir hem canlı canavara, her türlü iyilik ve bağışların erişir. Kâfir, gece gündüz küfreder. Hakk Sübhânehû ve Te’âlâ ona rızk, sağlık, uyku verir. Onu uyutur, kendi uyumaz onları bekler.
Ama Kıyamet günü olduğunda sonsuz rahmet denizlerini Müminlere has kılar, kafirlere haram kılar. Resul aleyhi’s-selâm buyurur, “Miraç Gecesi , dünya hesabınca altı yüz bin yıllık yol kadar yukarı çıktım. Bin kez bin deniz gördüm. “İlâhî bu denizler ne denizleridir?” diye sordum.
Tanrı Te’âlâ ; “Ya Muhammed, o denizler benim rahmetimin denizleridir. Her bir denizin büyüklüğü bu dünyanın yetmiş bin katıdır. Doğudan batıya kadar bu denizlerden gönderdim. Müslüman’a ve kâfire verilen hoşluk, iyilik, gül, reyhan, nimet ve rahatlık hep o denizlerin dalgalarındandır. Yarın Kıyâmet günü geldiğinde, bu gördüğün denizleri bir anda senin ümmetinin üzerine saçayım ki Mü’minlerin tamamı rahmete gark olsunlar”, dedi.
Sonra ruhlar Elest meclisi nde Hak’tan hasekilik istediler. Hak Te’âlâ, onlara; “Ben sizi yurdunuzdan ayırıp garipliğe (başka bir yere) gönderiyorum. O yerde (dünya) iken oraya gönül verip yurdunuzu unutmazsanız, benim nûrumun sevgisini bekleyip, benim nûrumun yerine dünyayı tercih etmezseniz, Rahmetimin çokluğundan size tattırdığım gibi Rahîmliğim ve Halîmliğim sofrasından sizi doyurayım. Ne kadar çok suçunuz olsa da onları bağışlarım yeter ki benim üstüme başka bir nesne tercih etmeyesiniz. Her kim bizim huzurumuzda hasekilik dilerse, dünyadan yüz çevirsin, yüzünü Ahiret’e döndürsün. Kendisinden yana kulluğunu artırsın biz de onu haseki edinelim. Ona türlü türlü hil’atler giydirelim, perdeyi kaldırıp cemalimizi gösterelim. Her bakıştığında biz onu görelim o bizi görsün.”dedi 4. Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniye : Bu eser Farsça olup Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi tarafından yayımlanmıştır.
Kaynak Link: http://tr.yenisehir.wikia.com/…/Hacı_Bektaşi…/Şerh-i_Besmele