12 Eylül'de Gazeteci olmak!
Hayatımda ilk kez bir darbe girişimini yaşadım maalesef. 15 Temmuz darbe kalkışması sonrası Demokrasi Nöbetinin aşağı yukarı çoğu gününü gazeteci olarak takip ettim, haberleştirdim.
Hayatımda ilk kez bir darbe girişimini yaşadım maalesef. 15 Temmuz darbe kalkışması sonrası Demokrasi Nöbetinin aşağı yukarı çoğu gününü gazeteci olarak takip ettim, haberleştirdim. 15 Temmuz’da alçakça kendi milletine ,milletin parası ile alınan, tanklarla, silahlarla saldıran hainlerin kalkıştığı darbe’ye, darbelerden çok çekmiş olan “Türk Milleti” gereken cevabı birlik içinde en güzel şekilde verdi. Yaşananlar aklıma şu cümleyi getirdi hep: “Türkleri öldürebilirsiniz ama yenemezsiniz”.Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve kutsal vatan topraklarının bağımsızlığı, özgürlüğü için şehit düşen asker, polis, sivil her bir ferdi ,minnet ve rahmetle, en kalbi şükranlarımla dualarımla anıyorum. Cumhuriyet ve demokrasi ile birlikte, bayrağımızın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın, ne kadar anlamlı ve asil bir aidiyet olduğunu, bu vesile ile bir kere daha anladık sanırım. Ben ilk kez yaşadım ama benden yaşça ve meslekte büyük ağabeylerim bunu daha önce yaşamışlardı diye düşünürken çıktı bu röportaj. İşte bu hafta 1980 öncesi, 1980 darbesi, sonrası yaşanan süreçler ve 15 Temmuz Kalkışmasını bir gazeteci olarak takip eden Ahmet Zorlu ile 'Fetö Darbe girişimi'ni ve 1980 Eylül Darbesini konuştuk…
15 TEMMUZ KAN DÖKME, CAN ALMA ÜZERİNE BİNA EDİLECEKTİ..
- 1980 Öncesi Demokratik Parlamenter Sistemin kilitlendiğini, siyaset kurumlarının uzlaşmayı bir yana bırakın, en hayati konularda bile ortak zemin bulma çabasında olmadığını söyleyen Gazeteci Ahmet Zorlu, "Mesela 1980 Haziran'ında çantamızı alıp sokağa çıkacak durumumuz kalmamıştı. Can güvenliği noktasında herkes risk altındaydı. Kurtarılmış bölgeler, kurtarılmış mahalleler vardı. Her gün her kentte sağdan veya soldan insanlar öldürülüyordu. Ben de vatani görevimi yapmak için karar aldırıp askere gittim. Giderken ise dostlarımla sohbette, 'Hükümeti devirmeye gidiyorum' diye espri yaptım. Zira askerin müdahale edeceği artık o kadar belliydi ki, nitekim Eylül'de de darbe oldu.. O günler, siyaset kurumları dışında halkın genelinde 'İyi ki asker duruma el koydu' anlayışı yaygındı. Zira insanlar huzur içerisinde sokağa çıkamaz hale gelmişti.." diyor.
- 15 Temmuz'da yaşananların bir askeri darbe değil, bir kalkışma olduğunu söyleyen Gazeteci Ahmet Zorlu, bu girişimin kan akıtma ve can alma üzerine bina edildiğini belirterek, "Düşünün, devletin kalbi sayılacak kurumlar havadan bombalanıyor. Türkiye Büyük Millet meclisi bombalanıyor. Halkın üzerine tanklar sürülüyor, ateş açılıyor. Hepsinden önemlisi de halk, 10 dakikada sosyal medyayı kullanarak bir tankın nasıl etkisiz hale getirileceğini öğreniyor ve uyguluyor. Yerel yönetimler, askeri kurumların hareket kabiliyetini ortadan kaldırmak için askeri havaalanlarının uçuş pistlerine iş makineleri diziyor, garnizon girişleri iş makineleri ile kontrol altına alınıyor. Ne yaptığını bilmeyen bir yapı. Sokağa çıkardıkların erlerin darbeden haberi yok. 14 yaşındaki Askeri Lise öğrencileri kandırılarak meydanlara indirilmek isteniyor. Daha çok yönetimi ele geçirmeye yönelik bir darbe girişimi yerine İç Savaş çıkaracak bir kalkışma olarak nitelendirilebilir..
1977 yılından bu yana siyasi tarihe Kayseri'deki penceresinden tanıklık eden, yerel gazeteler, TV kuruluşları ve yaklaşık 20 yıl Hürriyet Haber Ajansı'nda görev yapan gazetemiz köşe yazarlarından Ahmet Zorlu ile 15 Temmuz Kalkışması, 1980 öncesi, 1980 darbesi ve sonrasında yaşanan gelişmeleri mercek altına aldık. Ahmet Zorlu'ya göre, emir komuta zinciri içerisinde yapılmayan hiç bir darbe girişiminin başarı şansı bulunmadığı, tarihte çok sayıda örneğinin yer aldığını söylüyor ve ekliyor, "15 Temmuz kalkışmasının amacı çok kan dökmek ve ülkede kaos, kargaşa, hatta iç savaş çıkarmaktı.."
Güler Ruhsar AKTAŞ: Sayın Zorlu, 15 Temmuz 2016'yı konuşacağız, ama önce Türkiye'nin yakın siyasi tarihine bakma açısından 1980 öncesi Türkiye, 1980 Darbesine nasıl gelindi sorusunu sormak istiyorum..
Ahmet ZORLU 1980 darbesine yol açan sereci iyi incelemek için 1970'li yıllarda yaşananlara bakmak gerekir.12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Genelkurmay Başkanı Memeduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanıCelal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur'un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek hükümetin istifaya zorlandığı askeri müdahale ile birlikte Türkiye'de demokratik mekanizma sık sık aksamaya uğramış, bununla birlikte örgütlenme özgürlüğü artniyetli yapılar tarafından sürekli amaç dışı kullanılmıştır. Yaşanan olayları bir yana bırakırsak, 1980 öncesi yanı 70'li yıllarda dernekleşme adı altında oluşan silahlı ve artniyetli yapılar neredeyse her sokakta temsilcilik açmış, bu temsilciliklerin büyük bölümü silahlı eylem, duvar yazısı yazma, cezaevlerinde kalan yandaşların ihtiyaçlarını karşılama amaçlı kullanılmıştır. Teknolojinin o günün şartlarındaki yetersizliği, bu yapıların takibini zorlaştırmış hatta imkansız kılmıştır. Sonuçta, ülke adım adım karanlığa sürüklenmiş. Bu süreçte. özellikle 12 Eylül Darbesinin bir yıl öncesinde yaşanan bazı toplumda infial yaratacak gelişmelere göz atacak olursak;
1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi Teşvikiye'de, 10 Eylül'de TKP Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te, 28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, 19 Kasım'da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İhsan Darendelioğlu İstanbul Beyazıt'ta, 20 Kasım'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi'nde, 3 Aralık 1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Çoşkuner İzmir Agora semtinde, 7 Aralık'ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütüngil İstanbul Levent'te, 11 Nisan 1980'de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 27 Mayıs'ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da, 24 Haziran'da Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde eşi ve kızıyla birlikte, 15 Temmuz’da Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde, 19 Temmuz'da Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken, 22 Temmuz'da Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. Bunların tamamı Siyasi cinayetlerdi ve kamplaşan toplumun bir bölümü bu isimleri şehit ilan ederken, diğer bölüm 'Oh oldu' diyordu. 1 Mayıs 1977 olayları, Maraş olayları, Çorum olayları, ayrıca Kayseri'de yaşanan onlarca cinayetin içinde akıllarda kalan Avukat Ömer Yılmaz, öğretmen Hurşit Aydın'ın evinin taranması sonucu 7 yaşındaki Deniz Aydın'ın öldürülmesi, CHP İl başkanı Mustafa Kulkuloğlu'nun Talas Caddesi üzerinde taranarak öldürülmesi, CHP Develi İlçe Başkanı hayrettin İstanbulluoğlu'nun öldürülmesi Çetin Soysal, Avukat Çeki Tekiner, Atilla Kaytancı cinayetleri, Ülkücü kesimden çok sayıda gencin sokak ortasında infaz edilmesi, darbeyi zemin hazırlamanın ötesinde iki tarafa da yaramadıb-.
Ayrıca 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı ile işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları ise ekonomik bazı gerekçeleri oluşturmaktadır. Tüm bu sorunların üzerine;ekonomik olarak yaşayan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma tarihe 24 Ocak kararları olarak geçmiştir. Ama 24 Ocak Tarihinde millet bir gecede yüzde 30 fakirleştirilmiştir.
Daha yüzlercesini sayabileceğimiz olaylar ve gelişmelere bir de tıkanan parlamenter sistem, sorumsuz politikacı profili de eklenince darbe adeta adım adım gelmiştir Türkiye'ye..
O günleri bir gazeteci olarak yaşadıklarım açısından da özetlemek isterim. Hürriyet Haber Ajansı'nda görev yapıyordum. Sabahları masamıza oturur oturmaz ilk aradığımız Emniyet Müdürlüğü olur ve gece kaç kişinin öldürüldüğü bilgisini alırdık. Siyasi cinayetler, Hürriyet Gazetesi'nin bölge sayfalarında bile bir cümle olarak yer buluyordu. Siyasi kutuplaşma hükümet ve muhalefet arasında olduğu gibi emniyet teşkilatında, adliyelerde de yaşanıyordu. Kayseri'de yaşayanlar bilir. Akşam hava karardıktan sonra kentte ilan edilmemiş bir sıkıyönetim vardı. Kent merkezi boşalır, herkes evine çekilirdi. Sabah işe gitmek için evinden çıkacak bürokrat, siyasetçi, polis, gazeteci önce detaylı bir ön araştırma yaptıktan sonra evinden çıkardı. Buna rağmen huzur içinde çalışma imkanı kalmadığı için 1980 Haziran'ında askere gitmeye karar verdim. Giderken ise dostlarımla sohbette, 'Hükümeti devirmeye gidiyorum' diye espri yapıyordum. Zira askerin müdahale edeceği artık o kadar belliydi ki, nitekim Eylül'de de darbe oldu.. O günler, siyaset kurumları dışında halkın genelinde 'İyi ki asker duruma el koydu' anlayışı yaygındı. Zira insanlar huzur içerisinde sokağa çıkamaz hale gelmişti.
1980 darbesi sonrası neler yaşandı ülkede, bunu da özetler misiniz?
Meslek hayatı boyunca, 'En kötü demokrasi, en iyi teokratik sistemden daha iyidir' felsefesine inanmış biri olarak, 1980 Askeri Darbesinin iyi organize edilmiş, emir komuta zinciri içerisinde, planlandığı gibi gerçekleşmiş bir darbe olduğunu söyleyebilirim. 11 Eylül akşam saatlerinde askeri birliklere gönderilen yazılı emirde, gece askeri tatbikat yapılacağı belirtiliyor ve birliklerin üzerlerini ve botlarını çıkarmadan koğuşlarında dinlenmeye çekilecekleri bildiriliyordu. 11 Eylül akşak saat 17.00'den itibaren birlikte santrallerinden telefon görüşmesine yasak getiriliyordu. 12 Eylülün ilk saatlerinde ise, büktün birlikte ictimaya çağrılıyordu. Asker sokağa çıkmadan önce, kimin hangi noktada görev yapacağı, parti il başkanlarını evlerinde gözetim altına alacak askerlerin isimlerine, gözaltına alınacakların listelerine kadar görevlendirmeler yapılmıştı. Saat 02.00'de garnizon komutanının 'Arkadaşlar bu gece 12 Eylül Askeri Darbesinin bir devamını gerçekleştireceğiz' sözleri bu gün bile kulaklarımdadır. Sokağa inecek asker bir tek konuda uyarılmıştı. Halka nazik davranılması, kalkışma veya karşı gelme durumunda da zor kullanma noktasında tereddüt edilmemesi.
12 Eylül'den itibaren başlayan gelişmelere nelerdi peki, neler yaşandı?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre: İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.
12 Eylül tarihli 2 numaralı bildiriyle ülke genelinde 13 sıkıyönetim bölgesine 13 general sıkıyönetim komutanı atanmıştır. 7 numaralı bildiriyle siyasi partilerin faaliyetleri yasaklanmışolduğunu ve Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetlerinin de durdurulmuş olduğunu duyurulmuştur. Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere Polis Teşkilatı Jandarma Genel Komutanlığının emrine verilmiştir.Darbe günü Emniyet ve MİT üst düzey yöneticileri Genelkurmay Başkanlığına davet edilmiş ve TRT ile PTT Genel Müdürleriyle beraber tecrit edilmişlerdir.
20 Eylül'de Kenan Evren eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu'yu başbakan olarak görevlendirmiş ve 21 Eylül'de Ulusu'nun sunduğu bakanlar kurulu listesi Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmıştır.
Darbenin ardından dönemin AP lideri Süleyman Demirel ve CHP lideri Bülent Ecevit 'in de aralarında bulunduğu 2'si BTP'li, 7'si CHP'li, 7'si AP'li olmak üzere toplam 16 siyasetçi Zincirbozan'a gönderilerek tecrit edildi.
Darbenin gece 3:00'da ilanından sonra aynı gün sabah saat 5:30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay başkanı Kenan Evren tarafından birer tebliğ gönderildi. Tüm tebliğlerde : "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz" ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtilmektedir. Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel için Hamzaköy Gelibolu adresi belirtilirken, Necmettin Erbakan'a ise Uzunada İzmir adres olarak verilir. Ecevit ve Demirel eşleriyle birlikte aynı uçakla Hamzakoy'a götürülür. Yaklaşık bir ay boyunca, 11 Ekim 1980'e kadar burada kaldılar. Necmettin Erbakan aynı gün uçakla Uzunada'ya götürülür. Alparslan Türkeş evinde bulunamadığı için Milli Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de bir bildiri ile teslim olmaması halinde suçlu duruma düşeceğini belirtir. Bunun üzerine 14 Eylül'de Ankara Merkez Komutanlığına teslim olur ve Uzunada'ya gönderilir.
6 Kasım 1981'de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kuruldu. Bundan sonra 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 2301 ve 2766 sayılı kanunla değişik maddelerince özellikle solcu olduğu düşünülen 71 Üniversite personeli YÖK tarafından görevlerinden uzaklaştırıldı. İlk uzaklaştırmalar Şubat 1983'de başladı. Genelkurmayın açılamalarına göre toplam 4891 kamu personeli görevden alınmış ve 38 profesör, 25 doçent, 10 yardımcı doçent'in 1402'lik olmuştur. Ancak 1402'lik olmasını istemediğinden bizzat istifa yolunu seçenleri dahil edildiğinde 20.000' civarında olduğu öne sürülmektedir.
12 Eylül'ün genel Bilançosuna bakacak olursak;
TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu, 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı), İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi, 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı, 98 bin 404 kişi ''örgüt üyesi olmak'' suçundan yargılandı, 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi ''sakıncalı'' olduğu için işten atıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi ''siyasi mülteci'' olarak yurtdışına gitti, 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 171 kişinin ''işkenceden öldüğü'' belgelendi, 937 film ''sakıncalı'' bulunduğu için yasaklandı, 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu, 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi, 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi, Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi, 31 gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteci silahla öldürüldü, Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi, Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi açlık grevinde öldü, 16 kişi ''kaçarken'' vuruldu, 95 kişi ''çatışmada'' öldü, 73 kişiye ''doğal ölüm raporu'' verildi, 43 kişinin ''intihar ettiği'' bildirildi.
12 Eylül Askeri Darbesi sırasında, mesleğimin kazanımı olan iyi düzeyde daktilo bilmem nedeniyle süreci yakından izleme imkanı buldum. Çeşitli birimlerde asker olarak görev yaptım. 1983 başında teskeremi alıp geldikten 2 ay sonra ise, daha gazeteye başlamadan Yozgat Polisi gelip beni köyümdeki evimden aldı. Suçum 1980 öncesi bir dernek üyeliği. 3 gün Yozgat'ta gözaltında kaldıktan sonra Kayseri'ye getirildim. Zincidere'de sorgulandım. O dönemin popüler isimleri Ruhbaş ve Kuzucu ile aynı odayı paylaştım 3 gece. Onlar sabaha kadar sorguda oldukları için oturup sohbet etme imkanımız olmadı. Ancak, kendini bilmez bir çavuşun attığı tokat dışında sorgu sırasında bana fiske vurulmadı. Heralde bunun nedeni de bir dernek üyeliği dışında bir suç isnadımın olmaması sanırım. Hala anlamlandıramadığım ise, 12 Eylül döneminde Türk Silahlı Kuvvetlerinde hizmet veren birinin 2 yıla yakın zamanda bir türlü bulunamaması. Oysa çağırsalardı gider ifademi seve seve verirdim.
12 Eylül Darbesinin, 15 Temmuz Kalkışması ile tek bağlantısı vardır, o da bu günkü gerici yapılanmanın önünü açacak kararların alınması. Eğitimde özerliği ortadan kaldıran, düşünen araştıran beyinlere gem vuran düzenlemeler diyecek olursak;
Din dersleri zorunlu hale getirildi, imam- hatiplerin sayısı arttırıldı, Öğretim Birliği Yasası delindi, Üniversite özerkliğine darbe vuruldu. Öğretmenlerin örgütü TÖB-DER kapatıldı, yöneticileri gözaltına alınıp sorgulandı, yüzlercesi görevlerinden uzaklaştırıldı, YÖK getirildi, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'yla çok sayıda ilerici bilim adamı üniversitelerdeki görevlerinden uzaklaştırıldı, eğitimin kalitesi düştü, bilimsel araştırmalar geriledi, Milli Eğitim ve Üniversitelerde gerçekleştirilen ırkçı-şeriatçı kadrolaşmayla Türk-İslam sentezci anlayış egemen kılındı, Sorgulayıcı araştırıcı eğitim modeli yerine, ezberci model dayatıldı, Öğrenciye potansiyel suçlu gözüyle bakıldı, demokratik katılımı önlendi, tepki gösterenler polisle karşı karşıya bırakıldı.
Sayın Zorlu, 12 Eylül ile ilgili karanlık notlar, demokrasinin önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Şimdi gelelim, 12 Eylül Sonrası gelişmelere ve 15 Temmuz'u hazırlayan faktörlere..
Sayın Aktaş, 1980 sonrası sinsice devletin tüm kademelerinde örgütlenen ve insana yatırım yapmanın faydasına inanan 15 Temmuz Darbecileri, 1985 yılından itibaren sistemli olarak eğitim kurumlarına sızdılar, ilköğretim okulundan itibaren, başarılı çocuklara kanca attılar, bunların devletin kilit kademelerinde görev almasını sağlayacak okullarda okumalarını sağladılar. 2003'ten sonra iktidar da destek verince, yargıda, orduda, eğitimde, İçişleri Bakanlığı'nda, yani Vali ve Kaymakamlar ile Emniyet Teşkilatında önemli noktalara getirdikleri elemanları ile devletin kilit noktalarına sahip oldular. Ergenekon, Balyoz, Ay Işığı, Casusluk Davaları ile Ordu'da, Emniyette, Gazetecilerde, Siyasilerde ve eğitim kurumlarında kendilerine engel olarak gördükleri isimleri temizlediler ve aslında devlet kademelerindeki iktidarlarını sağladılar.
Sıra yönetimi ele geçirip, Fetullah Gülen'i, Tıpkı İran'da Humeyni nasıl getirildi ise o şekilde iktidara getirmek kalmıştı. Ancak çok sıkı ve gizli bir hazırlık yapılmasına rağmen, büyük trajedi, halkın duyarlılığı ile amacına ulaşmadı.
15 Temmuz'u 12 Eylül ile kıyaslamak mümkün değildir.
12 Eylül Yönetimi, ülkede huzuru sağlama güvencesi ile yönetime el koymuştur ve halkın büyük oranda desteğini almıştır. 15 Temmuz Kalkışmasının temelinde ise halk yoktur, emir komuta zinciri yoktur, kalkışmaya katılanların hiç birinde insan ve memleket sevgisi yoktur. Eğer 15 Temmuz Kalkışması başarıya ulaşsaydı, binlerce insan meydanlarda asılırdı, tıpkı İran'da olduğu gibi.
Zira bu harekete beynini kiraya vermiş hakimlerin, savcıların geride kalan süreçteki yargılamalarına bakıldığı zaman, karşılarına aldıkları insana nasıl düşmence yaklaşım gösterdiklerini görmek mümkündür.
Yine 15 Temmuz kalkışması sonrası yapılan değerlendirmeler, bu yapının Türkiye genelindeki bütün kurumlarda, iş dünyasında, hatta devletin istihbarat birimlerinde ne kadar etkili konuma geldiklerini göstermektedir.
Başlatılan soruşturmalar ve yargılama süreci ile özellikle kamudaki uzantılarının büyük bölümü ya tutuklanmış, da açığa alınmış. Ancak asıl büyük tehlike, kendisini kamufle etmeyi başaran unsurların görmemezlikten gelinmesidir. Daha düne kadar bu hainlerin oluşumlarına her türlü imkanı sağlayan yerel yöneticiler, ele geçirdikleri kurumların başına getirdikleri adamları, iş dünyası, abiler, ablalar aramızda dolaşmaktadır. Hem de Fetullah Düşmanı maskesi takarak.
Kayseri Cumhuriyet Meydanı'na ara sıra akşamları uğruyorum. İnan orada gösteri yapan bazı tiplere baktıkça ne kadar çok ikiyüzlü insan olduğunu gözlemliyorum. Benimle göz göze gelen ve geçmişini bildiğim, paralelin yancıları, paralelin abileri, ablalarının yüzlerinin nasıl kızardığını ve gözlerini nasıl kaçırdıklarını hayretle izliyorum.
O nedenle, bu yapının lekesinin bile kalmaması için başlatılan soruşturma sürecinin genişletilmesi, siyasi, vatandaş, iş adamı bürokrat demeden gerekli hesabı vermelerinin sağlanması gerekir.
Zira bu yapının kontrol ettiği para miktarı, bazı değerlendirmelere göre, 100 milyon doların üzerindedir. Ve parasal açıdan güçlü bir yapıyı öyle kolay kolay silemezsiniz. İlk fırsatta yeniden boyverecek ve devleti yok etme çalışmalarına kaldığı yerden devam edecektir.