
KIZIN ADI ADALET
Seyit Burhanettin Akbaş
Bizim oralarda çok çocuklu hayatın getirdiği bir kafiye merakı vardı. Erkek çocuklara Ahmet, Mehmet, Mustafa adını vermekten sıkılan aileler, kafiyeli isimler bulurlardı: Gıyaseddin, Rükneddin, Şemseddin, Taceddin diye isimler sıralanırdı. Kız kardeşlerin adı da kafiyeli olurdu: Saadet, Adalet, Nebahat, Melahat…
Bizim kızın adı ise Adalet… Bu adı niye verdiler tam bilemiyorum, ileride uğrayacağı adaletsizlikler karşısında adalet gibi önemli bir kavram ezilip kalsın diye mi acaba? Çünkü, daha doğumdan başlıyor bu adaletsizlik.
Kahvede Kör Mahmut’a haber veriyorlar:
-Lan Kör Mâmıd, bir gızın daha oldu. Kör Mahmut, ezim ezim ezilerek daha küçülüyor sandalyede. “Doğmaz olasıca kaşık düşmanları” diye geçiriyor içinden. Bir boğaz daha geldi sofraya.
Kızın adını Adalet olarak koyan ise anası… On bir çocuk doğuran, ancak beşini ecel kuşunun alıp kaçtığı , geriye altı çocuğa bakmak zorunda olan bir ana… Üçü oğlan, üçü kız… Kör Mahmut, oğlanlarıyla yazıda yabanda gezer durur. Eksik etekler ise evde halı dokur, evi geçindirirler. Bahçeyi ekerler, üç öğün sofra kurmak için yırtınıp dağlardan yemlik, madımak, kangal toplarlar. Ocak yanacak, çalı çırpı toplanacak, su getirilecek, hayvanların altı temizlenecek, inek sağılacak…
Hani bir öğretmen vardı “Çalıkuşu”nun erkek cinsi… Bu çocuğu okutun diye Kör Mahmut’un dalına binmişti. “Bu oğlanlar okumaz ama Adalet’i okutun, bu çocuk çok zeki, bu kızı okutun” diye kafaları ütüler dururdu. Anası Zeliha’nın aklı biraz basıyordu, kafasında cılız da olsa bir ışık yanar sönerdi ama Kör Mahmut, ezelden beri düşmanıydı karşı cinsin. Sırtından sopayı, altından sıpayı eksik etmemek lazım diyen o derin felsefenin yetiştirdiği örnek bir şahsiyetti.
Gavur zihniyetli öğretmenin dediği oldu. Oğlanlar okulun yolunu unuttular, Adalet ise okulu bitirmeyi başardı ama Kör Mahmut boş durur mu, Adalet’i okuldan alıverdi. İlkokulu bitirdi ya yeter artık. Bundan sonrası zarar… Kız kısmı evinde oturacak, işe güce yardım edecek, halı dokuyacak, kısmetini bekleyecek. Kısmet ise bambaşka bir şey… Alınır satılır bir meta gibi, yaşlı demeden, dul demeden, Kör Mahmut’un paşa gönlünün dilediği kimseye satmasıdır kızlarını. Satış bedeline de bir âdet uydurmuşlar, adına “başlık parası” diyorlar. Yani satın aldığın bir baş için ödenen bedel…
-Büyük tarlayı vermedi şerefsiz… Güccük tarlayı veririm, başka da yok diyor.
Zeliha’nın mide ağrıları yine kabarsa da koca sözünden çıkılamaz ki… Adalet’i babası yaşındaki adama verdim diyorsa vermiştir. Çünkü, kızın kısmeti böyledir, yapacak bir şey de yoktur. Kör Mahmut, küçük tarlaya razı olur ve Adalet’i satar.
Bizim buralarda ağaçlar, kuşlar, hatta yaban hayvanları bile özgür değildir ki Adalet Kız, özgür olsun, özgürlüğün ne olduğunu bilsin. Zaten saçı uzun olanın aklı kısa olur. Zaten bu memlekette turnayı gözünden vururlar. Koyaklarda ceylanları avlarlar, ısınmak için ormanları yakarlar.
Kocası ölür ama Adalet’e kocasından mal düşmez. Meğerse resmi nikahı da yokmuş garibin. Onun da çocukları olmuştur hepsi de eksik etek… Şükriye, Hayriye, Huriye…
Adalet’in açlıkla imtihanı çok çetin olur. Baba evini özler durur ama artık kapısından içeri adım atamaz. Şehre gelir ama şehrin varoşlarında bir ahıra sığınır ancak. Sokaklarında kaburgaları sayılan aç köpeklerin dolaştığı varoşlarda üç çocuğu ortaya getirmek ve adam etmek onun için mümkün değildir.
Bir gün babasından bir arazinin miras kaldığını öğrenir. İçi kıpırdar birazcık. Gülümsemeyi unutmuş olan hayat acaba kendisine tebessüm eder mi diye düşünür. Memleketine gelip bakar ki bütün verimli tarlaları erkek kardeşleri almıştır. Kız kardeşlere ise sivrisinekten geçilmeyen bir bataklığı bırakmışlardır. Balçıkların içine dalar Adalet… Üç kızıyla birlikte zar zor yürür çamur deryasında…
-Ne olur bataklık yut bizi, ne olur yut bizi de kurtulalım. Ölüm bizim için kurtuluş…
Bataklığın onları yutacak kadar mecali yoktur. Sessiz bir gölge gibi çekilip giderler varoşlara… Belanın binlercesinin dolaştığı yerlerde en acısı da gelir çatar. Üstlerine yıkılacak diye bekledikleri ahırdan da kovulurlar. Çünkü, mal sahibi ahırı satmıştır.
Adalet, daha önce dağın yamacında gördüğü bir mağarayı hatırlar ve çocuklarını alır ve mağaraya sığınır. Pazarları gezerler, Pazar artıklarını toplarlar. Şehrin çöplerini karıştırıp içinden işe yarayanları bulur mağaraya getirirler. Adalet, topladığı parçalardan bazılarını satmayı öğrenir. Ucundan kıyısından tutunur hayata. Yine de çocuklarını yaşatmayı başarır. Ne yapıp eder, okula gönderir onları.
Bir gün bir jeep gelir mağaranın önüne… İçinden inen adamlar, korku dolu bakışlarla kendilerini izleyen kadına ve çocuklara gülümserler ama onlar bu gülümsemeyi anlayacak durumda değillerdir. Meğerse o bataklığa bir otel yapacaklardır.
Adalet haykırır:
-Ama orası bir büyük bataklık…
Adam gülümser:
-Sahil kesimi çok değerlendi bacım, belediye oraları hep kuruttu, artık bataklık yok. Oraları turistik tesis doldu. Sen merak etme. Al yavrularını çık buradan. Bundan sonra insan gibi yaşayacaksın. Korkma, bize güven.
Adalet, adamın ayaklarına kapanır. Göz pınarlarını adamın ayakkabılarının üzerine akıtır. Kaldırırlar Adalet’i hemen… Bindirirler arabaya… Geriye dönüp da bakmaz Adalet, bakamaz. Bir mırıltı tutturur arabanın içinde. “Gözlerimde bulut, gözlerimde bulut / Unut Adalet, sen beni unut / Unut Adalet, sen beni unut”